top of page

İlişkilerde Duygularımız

Yakın ilişkilerde sevme, sevilme, bağlanma, ait olma, güven, bağlılık şeklinde en

temel duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanmadığı çeşitli sebeplerle bu ihtiyaçların kesintiye

uğradığı sevildiğimizi ve değerli olduğumuzu hissetmediğimiz noktada bütün bunların fark edilmesi ve ifade edilmesi son derece kritik bir öneme sahiptir. Duygular(ımız) aslında,

kendimizi anlamamız ve partnerimize anlatmamız, aynı zamanda partnerimizi tanımamız ve anlamamız, karşılıklı ihtiyaçlarımızı ve beklentilerimizi fark etmemiz için güçlü araçlardır. Duygular bize ilişkilerde olası sorunların önüne geçilmesi, sorunların fark edilip

çözümlenmesi ve uzlaşı sağlanması ya da ilişkilerin daha da güçlü bir hale gelmesi için

çözümün aslında çok da uzakta olmadığını ve kendimizin bunu sağlayabilecek güce sahip olduğumuzu gösterir. Hayat bulduğumuz bir ilişkide o hayatı sürdürmek ve daha da

güzelleştirmek için karşılıklı ama aynı zamanda birlikte açık bir şekilde partnerimize

kendimizi ve (iç)imizdeki duyguları içtenlikle açabildiğimiz ve partnerimize karşı gardımızı

almadan, suçlamadan ya da ön yargılı olmadan onun da (iç)indeki duyguları anlamaya

çalıştığımız ölçüde birbirimize daha da yakınlaşabiliriz ve bağlılığımızı güçlendirebiliriz.


Partnerimizle yeni tanıştığımızda ayaklarımızın yerden kesildiğini ve karnımızda

kelebeklerin uçuştuğunu hepimiz dün gibi hatırlıyoruz sanırım öyle değil mi? Onun yanında başımıza kötü hiçbir şeyin gelmeyeceğini, dünyanın en güvenli yerinde olduğumuzu, her şeyin mükemmel gittiğini ve mutluluktan göklerde uçtuğumuzu hissederiz ilk zamanlarda. Ancak ilişkilerde zaman geçtikçe aşk ve tutku gibi duyguların şiddetinin azalması ve bunların yerini daha çok sevgi, güven, bağlılık ve yakınlık gibi duyguların almasıyla birlikte çiftler arasında daha çok anlaşmazlık, çatışma ve yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. İlişkide bir şeyler ters gitmeye başladığında genellikle bu durumun ilk sinyallerini duygular ve duygusal dışavurumlardaki değişikliklerden yordayabiliriz. Duygular(ımız), sıklıkla insanın kendine dair içsel olarak, bunun yanı sıra; çevreyle temasına ve ilişkilerine dair dışsal olarak yaşantısında neler olup bittiğine ve nelerin değiştiğine dair önemli ipuçları sağlar. Temelde, korku, üzüntü, öfke, kaygı ve mutluluk gibi temel duygularımız olsa da bunların yanında acıma, hayal kırıklığı, tiksinme, kıskançlık, haset, imrenme gibi birçok duygumuz da bulunmaktadır ve bunlar sadece içimizde olmayıp dış dünyayla iletişim kurmamızı sağlarken bizi çevremizdeki insanlara daha çok yakınlaştırmakta veya daha çok uzaklaştırmaktadır. Kendi içimizdeki duygular, beraberinde göz teması, yüz ifadesi, jest ve mimikler ile anlatımıyla kendi dışımızdaki dünyayla bir bağ kurmamızı sağlar aslında...


Duygular(ımız) bize ne istediğimiz, ne beklediğimiz ya da neye ihtiyaç duyduğunuz

hakkında pek çok bilgi vermekle birlikte bu duyguları karşımızdakine ifade ederken sosyal yaşantıda bazı karışıklıklar olabilmektedir. Greenberg'e göre; durumlara cevaben direkt oluşan otomatik duygular biyolojik duygular olarak tanımlanırken sonradan oluşan ve genelde kültürün etkisiyle ortaya çıkan duygular ikincil ya da sosyal duygular olarak

tanımlanmaktadır. Birincil duygular problemi anlamamıza ve çözmemize aracılık ederken

ikincil duygular savunma amaçlı oluşup durumu daha karmaşık ve çözülemez bir hale

getirebilir. İlişkilerimizde aslında ifade ettiğimiz duygunun o duruma karşı oluşan birincil

duygu mu yoksa durumun kendisi tetikleyici bir olay mı ve altında geçmişten gelen bir

durumdan ötürü farklı bir duygu mu var? şeklinde sorular sorup içimize dönüp baktığımızda farkındalığın ilk adımını çoktan atmışız demektir. Bu bilgileri daha iyi anlamak için örnek verecek olursak; bir kadının kocası eve geç geldiğinde duyduğu öfke kocasının ona ilgi göstermemesinden kaynaklı birincil bir duygusal yanıt da olabilir, babasının kaybı sonucu altta yatan kaybetme ve terk edilme korkularını tetikleyen ikincil duygusal yanıt da olabilir. Bu nedenle, ne hissettiğimizi ve bunu neden hissetmiş olabileceğimizi anlamak, fark etmek ve ayırt etmek esas meselemiz olabilir başlangıçta.


Sevgilimizle ya da eşimizle olan yakın ilişkimizde, aşkın ve tutkunun dozu ve seyri

değişse de duygularımız aracılığıyla partnerimizle aşkı kaybetmediğimiz ve aynı zamanda

birbirimizi daha iyi anladığımız, güvende hissettiğimiz ve beklentilerimizin karşılandığı daha sevgi dolu ilişkiler kurabiliriz. Ancak bu süreçte her ilişkide zaman zaman anlaşmazlıkların olabileceğini, tartışmaların sadece bizim ilişkimize özgü olmadığını da aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tartışmalar aslında her ilişkide yaşanan olağan bir süreçtir, hangi çift ilişkisinde partneriyle fikir ayrılığına düşmediğini ya da tartışmadığını söyleyebilir ki? Burada tartışmanın dozu ve şiddeti çok önemli tabi ki. Aynı zamanda tartışma esnasında birbirimize duygularımızı ve kendimizi nasıl ifade ettiğimize, o sırada göz teması kurup kurmadığımıza, suçlayıcı-savunmacı bir iletişim döngüsüne girip girmediğimize, yakın temasa açık olup olmadığımıza bakmak da faydalı olacaktır. Tartışmalar, ilişkide partnerimizle birbirimizi daha iyi anlamamıza, kendimizi ve duygularımızı daha iyi anlatmamıza ve sonucunda birbirimize daha da yakınlaşıp çözüm üretip uzlaşmamıza zemin sağlayabilir.


Temelde ilişkiyi güçlendirecek şeylere dikkat edersek mucizevi çözümlerin o kadar da

uzakta olmadığını görebiliriz, tartışma esnasında yapıcı olmamız, yani; suçlayıcı bir dil

kullanmak yerine "ben" diliyle kendi duygularımızı ifade etmemiz; örneğin, "her gün eve geç geliyorsun, bu iş böyle gitmez" gibi suçlayıcı ve tehdit algısı oluşturacak bir dil kullanmak yerine "eve geç geldiğinde başına kötü bir şey gelmiş olabileceğinden endişeleniyorum" ya da "eve geç gelmen beni üzüyor, beni yeterince önemsemediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" şeklinde hem suçlayıcı olmadan kendi birincil duygularınızı ifade etmenize hem de partnerinizin kendisini ifade etmesi ve sizin ihtiyaçlarınızı daha iyi anlamasına olanak yaratmış olabilirsiniz. Tartışmanın belki de yüksek sesle bağırmak, eşyaları etrafa saçıp dökmek anlamına gelmediğini, kendi ihtiyaç ve beklentilerimizi anlatabilmek ve karşılığını bulabilmek için daha etkili yöntemler olduğunu da fark etmek" gerekir.


İlişkiyi bir dans gibi düşünürsek gün geçtikçe birbirimizin ayağına basmamak ve daha

uyumlu dans edebilmek için duyguları bir değişim ve dönüşüm aracı olarak kullanabiliriz. Bir durumda hissettiğimiz duygu gerçekten o durumla ilişkili de olabilir ilişkisiz de, bazen aynı durumda hiçbir şey de hissetmeyebiliriz.. Aslında o anda duygu var olsa da çok derinlere inmiş olabilir ve bizim keşfimizi bekleyebilir orada. Kişi bunu fark edip aslında o anda görünen duygusunun altında esas olan başka hangi duygularının olduğunu, nelerden kaynaklandığını ve aslında neye ihtiyaç duyduğunu partneriyle paylaştığında ikisi de bu konuda aydınlanabilir ve o kişinin kaygılarının aksi yönünde birbirlerine daha da yakınlaşma ve bağlanma fırsatları olabilir. İlişkide bir kişi partnerinin davranışlarından memnuniyetsizlik hissettiğinde, sevilmediğini ya da değersiz hissettiğini gördüğünde ve bu hissin çocukluğundan itibaren beraberinde geldiğini keşfettiğinde bu yaşantısını fark etmesi, kabul etmesi ve acısını dışa vurması çok önemi bir meseledir. Bu farkındalık sayesinde hem esas duygusunu örten diğer duygulardan ve bununla ilişkili savunmacı-suçlamacı veya mesafe koyan davranışlardan ve inkar sürecinden uzaklaşacak ve bir başkasını suçlamaktan ziyade kendisi olmayı başaracak hem de artık saldırı altında olmayan partnerinin onu olduğu haliyle kabul edip ona yakınlaşmasına ve ilişkilerinin derinleşmesine izin verecektir.


İlişkide partnerimizle oluşturduğumuz "biz" durumunun yanı sıra kendimize ait

bir "ben" ve partnerimize ait bir "sen" durumunun da olduğunu unutmayıp hem duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı anlamak hem de var olan çatışmaları çözümlemek için kendimize, partnerimize ve birliktelik-karşılıklılık çerçevesinde katılım gösterdiğimiz "biz"e ait olarak yapılabilecek pek çok şey olduğunu da bilmek bir o kadar umut ve fayda sağlayabilir hepimize... Kendimize dair yaptığımız içsel yolculuğun ihtiyaçlarımızı anlamak/karşılamak ve ilişkiye hayat vermek için olduğunu ve partnerimizle birbiriyle mücadele eden ve bir savaşı kazanmaya çalışan iki ayrı rakip olmadığımızı, aslında aynı tarafta olup aynı amaç uğruna yol aldığımızı unutmadığımızda "biz" olarak birlikte hareket etmemiz, birbirimize dair duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı anlamamız, yakınlaşmamız ve bağlılığı güçlendirmek için çaba göstermemiz daha da kolay olacaktır. Kendi ihtiyaçlarımızı anlamak ve kendimiz olmak ile partnerimizi ve onun ihtiyaçlarını anlamak arasında bir köprü işlevi gören duygularımız aracılığıyla ilişkimizi daha da güçlü bir hale getirmek bizim elimizde...Mesele bir parça nefes alıp o anda kalabilmek ve o andaki esas duyguları yakalayabilmek sadece…


Gonca Bilgiç

Uzman Psikolog

bottom of page