top of page

Deprem - Ölüm - Yas


Toplumsal travma dediğimiz şey sadece o felaketi doğrudan yaşayanları değil, tüm toplumu etkileyen, yıkıcı, tehdit edici olaylardan sonra oluşur. Travmaya yakından ve uzaktan maruz kalan kişilerin yasları, toplumsal bir acıya dönüşür. Başımıza gelen felaketle beraber her geçen gün ölü sayımız da artıyor ve bu acıyı kişinin yakınlarıyla beraber tüm toplum olarak hissediyoruz. Hepimiz belki, eskiden kalma tuttuğumuz ya da tutamadığımız, belki de hali hazırda bir yakınımızın yasıyla beraber depremde ölen herkesin yasını tutuyoruz. Peki neler hissediyoruz? Şok, öfke, suçluluk, çaresizlik, pişmanlık... Bu saydığım duygular, sanıyorum şu anda hepimizin yaşadığı yasa verdiğimiz ortak tepkiler. Bu tepkilerimiz aynı zamanda; alınmayan önlemler, yapılmayan düzgün yapılarla beraber artarak büyüyen bir öfke ve kaygılar bütünü haline geliyor. Bütün bu duyguları hissetmemiz o kadar normal ki. Olağanüstü durumlara verdiğimiz ortak tepkiler hepsi. Yaşadığınız bu duyguları hepimizin yaşadığını bilmenizi isterim öncelikle. Yas dediğimiz olgu da bu öfkelere ve kaygılara eklenen bir hayata tekrardan uyum sağlama süreci aslında. Hayatımızdaki insanların yokluğuna alışma ve hayatı yeniden anlamlandırma süreci. Bu süreç Kübler Ross’a göre, beş aşama şeklinde yaşanır. Bu beş aşama illa ki sırayla olmak zorunda değildir; bu aşamalar içinde salınır dururuz aslında. Bunları şöyle sıralayabilirim; inkâr, öfke -suçluluk, pazarlık, sıkıntı-depresyon ve kabul. Bazen bu olayın bizim başımıza gelmediğini, ölen kişinin aslında hayatta olduğunu, bu durumun nasıl bizim başımıza geldiğini anlayamayız. “Telefon çalacak o arayacakmış gibi...” “Bu olmadı...” “O hala yaşıyor...” gibi cümleler belki tanıdık geliyordur. Sistemimiz bu durumu kabul etmek istemez, yaşadığımız ölümün şokunu henüz atlatamamışızdır. Öfkeleniriz, çok öfkeleniriz! Bizi arkasında bırakmasına öfkeleniriz, yaratıcının onu bizden almış olmasına öfkeleniriz, o kişinin ölüp bizim hayatta kalmamıza öfkeleniriz; hatta bazen bu öfke yerini suçluluğa da bırakır. Keşkeler ile kurduğumuz bir sürü cümlemiz olur: “Keşke daha çok vakit geçirseydim...”, “Keşke kavga etmeseydim...” gibi. Suçluluk sarıp sarmalar. Bazen "Tamam" deriz, "Daha iyi bir insan olacağım, yeter ki geri dönsün", “O dönsün ben hayatımı değiştireceğim.” Pazarlığa girişiriz kendi içimizde. Kimi zaman bir sıkıntı basar nedenini bilmediğimiz bir göğüs daralması, yerli yersiz ağlamalar, “Hiçbir şey olmadı oysa bir anda ağlamaya başladım...”, “Canım hiçbir şey yapmak istemiyor...”, “Hiçbir şeyin eski tadı yok.” Bu evreler arasında salınır durur, bazen kayboluruz. Bir yara açılmıştır ruhumuzda ve tek düşünebildiğimiz şey o yaradır. Biz görmesek de, o bazen varlığını hissettirir. Fakat her yara gibi eğer kaşımazsak; merhemini sürer ona bakarsak, yavaş yavaş o da iyileşmeye başlar. Çok uzak bir ihtimal gibi gelir başta. Hatta bazen yaranın iyileşmesine izin vermek, ölen kişiye saygısızlık gibi gelir. Yalnız değilsiniz. Herkes, bu evreler arasında salınırken bunları hisseder. Salınım bittiğinde ise kabul aşaması başlar. Evet, "Artık o veya onlar hayatta değil" diyebildiğimiz, "Yaşasalardı, onlar da bizim iyi olmamızı isterlerdi, hayatımıza devam etmemizi isterlerdi"yi kabul edebildiğimiz bir alandır burası. Muhtemelen, asla bizi suçlamazlardı. Biz de ölümün geleceğini görsek, tahmin etsek muhtemelen çok farklı davranırdık. Hayatta kontrol edemeyeceğimiz şeylerden biridir ölüm. Başka bir açıdan bakarsanız, hayatı anlamlı kılan şey de bir gün öleceğimizi bilmektir. Tek bir hayatımız varsa, onu da anlamlı yaşamamız gerektiğini gösteren tek olgudur. Bunları yaşarken, unutmamamız gerekenler arasında olan şey ise ölümü kabul etmenin, ölen kişiyi unutmak demek olmadığıdır. Yaranının iyileşmesi, iz bırakmadığı anlamına gelmez. Sadece, artık eskisi gibi acımadığı anlamına gelir ve her baktığımızda, her gördüğümüzde hatırlayacağımızı anlatır. İyi ki bu ömrümüzde hayatımızda olmuşlar, bizi biz yapan insanlar olmamızda yanımızda olmuşlar, iyi ki bize yol göstermişler. Ölen kişiyle, kişilerle olan anılarımızı yaşayabildiğimiz zamanın kıymetini anlamak ve hayatımızı ona göre şekillendirmek de, onlarsız hayatımıza uyum sağlama sürecimizdir. Yaralar sarılır ve iyileşir, bu bir süreçtir.


Nil Topaloğlu

Klinik Psikolog


bottom of page